24 Ekim 2015 Cumartesi





                     ZÜLFÜ LİVANELİ

             KONSTANTİNİYYE OTELİ 


      Bu günkü blog konuğu kitabım Konstantiniyye Oteli; Doğan Kitap'tan çıkan bu kitap 480 sayfa, basım yılı ise Mayıs 2015 ayrıca Zülfü Livaneli'nin son kitabı olma özelliğini taşıyor.

       Kitap, roman olarak yazılmış fakat küçük hikayeler barındırıyor içinde. Zaman kısıtlaması yok. İsa'dan sonra 532 yılına da gidiyor, 2026 yılına da....
Tek bir olay yada kişi üzerine de kurgulanmamış.Birey sayısı fazla, onların hayatlarını kısa kısa hikayelerle öğreniyoruz. Şunu diyebiliriz ki, herkesin bir hikayesi var. Dünyada yaşayan her insan farklı dönemlerde, farklı koşullarda, farklı davranışlar sergiliyor. Kimi zamanda şehri ele geçiren ruh, farklı zamanlarda benzer olayların dönmesine yol açıyor.
     
      Romanın konusuna bakarsak, İstanbul'da Bizans kalıntılarının üzerine inşa edilmiş olan bir otelin açılışı yapılıyor.  Bu otelin açılışına kentin ileri gelen devlet adamları, işadamları, gazeteciler ve bazı entellektüel kişiler davetlidir. Organizasyonun sorumlusu ise Otelin Türkiye ortağının asistanı Zehra'dır. Roman Zehra'nın ve açılışa katılan bazı davetlilerin, iş,aşk, cemiyet ve aile hayatlarına değiniyor.

         Romanın daha önce hikayelerden oluştuğunu belirtmiştim. Bu hikayeler birbirinden kopuk yani romanda anlatılan hikayelerdeki kişilerin birbirleriyle bağlantı noktası aynı davete katılmış olmalarından ibaret. Yada o saat içinde başka bir mekanda başka bir yaşanılan hayata ait.

        Roman Nika isyanından, Bizans İmparatorlarına, Osmanlı İmparatorlarından, gezi parkı, kadın cinayetleri, ,mutsuz kadınlardan, egosu kuvvetli erkek ve kadınlara, birbirlerini aldatan eşlere kadar birçok olay ve kişilere değinmiş.

        Okunması kolay, anlaşılır, okuyucuyu yormayan bir yapıya sahip. Severek okuduğum postmodern bir kitap oldu benim için.


   

3 Ekim 2015 Cumartesi





                       KIŞ BAHÇESİ

                KRISTIN HANNAH


       Yine okuması geç kalan kitaplarımdan biriyle karşınızdayım. Kış bahçesi Pegasus Yayınlarından çıkmış. 512 sayfadan oluşan roman.

        Sadece roman diye de geçmemek gerek bence. Romanın içerisinde yakın tarihe ait durumlar ve gerçeklikler var. Bu da daha sonra yaşananları, yaşanan diyarı (Leningrad) araştırmaya neden oluyor. Benim için bu kitap, romandan çok öteydi.    

   İlk başta yaz günü eğlencesi olarak başlayan kitap yaz eğlencesi olmaktan çıktı sürükleyici bir duygusal polemiğe dönüştü. Kitabın anlattıkları gerçekliğe doğru yola çıkma nedenim oldu. Bu sayede Stalin dönemi, Leningrad kuşatması hakkında bilmediğim konular hakkında kaynak taraması yapıp epeyce bilgi edindim.
    
         Roman genel hatlarıyla üç kadını anlatıyor. Üç kadının korkuları, hayata bakışları ve bu bakışın nedenleri....Meredith ve Nina birbirlerine karakter olarak zıt iki kardeştir. Meredith,  ve Nina birbirlerine karakter olarak zıt iki kardeştir. Meredith,evlenip çocuklarına bakmış ve aile işinin başına geçmiştir. Nina ise bir foto muhabiridir. Babaları hastalandığı zaman bu iki kardeş, kendilerini yine bir arada, şimdi bile kızlarına en ufak avuntu vermeyen, aşırı mesafeli anneleri Anya'nın yanında bulacaktır. Anneleri ile aralarındaki tek bağ, onun, çocukluk yıllarında bazı geceler kızlara anlattığı bir Rus masalıdır. Ölüm döşeğindeki babalarının ise tek bir arzusu vardır.Anya'nın bu masalı anlatması... Anya kızlarına bir masal anlatacaktır; yıllar önce başladığı ama hiç bitirmediği o masalı. Hem de bu kez sonuna kadar. Bu masal daha önce duydukları başka hiç birşeye benzememektedir; altmış yıldan uzun bir zamanı kapsayan, savaş mağduru Leningrad'da başlayıp günümüz Alaska'sına kadar uzanan, sürükleyici, gizemli bir aşk hikayesi. Nina'nın, gerçeği açığa çıkarma konusundaki saplantısı, onları annelerinin geçmişlerinde, ailelerini tümüyle sarsacak ve tamamen değiştirecek bir sır öğrenecekleri, beklenmedik bir yolculuğa sürükler...

          İşte bu noktada Leningrad kuşatmasını öğreniyoruz ve tabi ki savaşı. Savaşın insanları hangi zor durumlara düşürdüğünü, savaşın başlangıcı ve sonrasında bireylerde bıraktığı tahribatı görüyoruz. Ana karakterimiz Anya, bize savaşı ve yaşadıklarını anlatıyor. Savaşla şekillenen korkularını, hikayeyi anlattıkça korkularıyla nasıl yüzleştiğini, aşılmaz sanılan duvarlarının nedenini anlıyoruz. 

        Leningrad Kuşatması'na ufacıkta olsa değinmek istiyorum. Bu kuşatma modern tarihin en uzun ve en yıkıcı olan kent kuşatmasından biridir. Ağır kayıplarla sonuçlanmıştır. Kuşatma Hitler Almanya'sı tarafından Eylül 1941'de başlamış ve 2 Ocak 1944'de kaldırılmıştır. Kentte su ve gıda arzında sürekliliğinin sağlanamaması büyük bir kıtlığa neden olmuş. Kuşatma süresince 1,5 milyondan fazla insan hayatını kaybetmiştir. 1941 Kasım ve 1942'i Şubat'ı  arasında siviller kişi başı 125 gr. ekmekle karınlarını doyurmuşlar. Bu ekmeğin ise %50-60'ını talaş ve yenmeyecek başka katkılardan oluşmuş. Halka yiyecekler karne ile dağıtımı yapılmıştır. Kentte yaşayanlar hem -30 dereceye varan soğuklarla hem de açlık ve savaşla mücadele etmişler. Açlıkla savaşan halk elinde ne varsa yemek için kullanmaya çalışmış...

         Genel olarak baktığımda, bu kitabı sevdim. Okuması da ayrı zevkti benim için. Sadece son sayfaları hikayeyi alelacele sonuca bağlama olarak yorumlattı bana. Bunun dışında her yönüyle güzel bir kitap. Okunmasını tavsiye ederim.