19 Aralık 2015 Cumartesi





                                   LEYLA NEYZİ
                                     
                                     BEN KİMİM


         Kitap, 1996-2003 yılları arasında yapılmış olan sözlü tarih görüşmelerinden yola çıkılarak hazırlanmış makalelerden oluşmaktadır. Toplamda sekiz makaleden oluşmakta olan kitap, 223 sayfadır.

        Makalelerin çoğu, yakın tarihe tanık olmuş belirli bir cemaat yada kimliğe üye olan kişilerin yaşam öykülerinin derinlemesine incelenmesinden oluşmaktadır. Kitabın amacı, Türkiye'de ulusal kimlik üzerine yapılan tartışmalara katkıda bulunmak ve kamusal alanda yakın döneme ilişkin tarih ve bellek arasındaki ilişkiyi araştırmaktır.

         Sözlü tarih anlatısı içinde azınlığın  çoğunluğun karşısında dışlanma korkusunu; psikolojik ve fiziksel baskı nedeniyle bireylerin  kendi etnik yapısını ve dinini saklama eğilimini okumaktayız.

       
 
     

16 Kasım 2015 Pazartesi





                                      DELİCE

                                HANDE ALTAYLI


         Delice Hande ALTAYLI tarafından yazılmış olup, Doğan Kitap'tan çıkan 311 sayfalı bir roman.

        Öncelikle kitabın sürükleyici olduğunu söyleyebilirim. Elinize alıyorsunuz ve bitiriyorsunuz. Kurgusu basit, olay örgüsü basit, anlatım basit bu kadar basit olunca okunması da kolay oluyor. Karakterler içinde aynı şeyi söylemem mümkün yüzeyde kalıyor öyle derinlemesine bir analiz bulunmuyor.

        Romanımız 484 haneli Çakalağzı Köyünde geçiyor. Köy yaşamından çok, köydeki toplumsal baskıyı okuyorsunuz. Örneğin; ana karakterimiz Meryem adında 29 yaşında bir kadın. Doğduğu zaman adı köyde uğursuza çıkmış, çirkin olarak betimlenmiş, ağzına geleni sayan, kimseden korkusu olmayan, kabadayı bir kadın Meryem. Böyle olunca 29 yaşında evlenememiş, köyde adı evde kalmışa çıkan bir kadın. Bu kızı tek isteyen ise köyün zenginlerinden biri olan Osman Efendi'nin, zeka geriliği olan oğlu deli Kazım. Topluma uyum sağlayamazsan, toplumdaki uyumsuz insanlarla birlikte olursun gibi bir fikir ortaya çıkıyor, tabiki bu birazda kadın olunca geçerli roman olsa bile hiç bir erkek zeka geriliği olan zengin bir kadınla evlendirilmez. Kitaptaki diğer önemli not: en yakın arkadaşın sırdaşın olsa dahi güvenme, arkandan iş çevirebilir, sana en büyük darbeyi indirebilir. İkinci not ise; aşkta mantık yok, nefes aldığın her an onu zikredersin ve sevgiliye kavuşmak için kendini tehlikeye atabilirsin, aşk varsa mantık yok olur.

      Keyifli okumalar....

11 Kasım 2015 Çarşamba





                         ALGERNON'A ÇİÇEKLER                                
                                  DANIEL KEYES


          Kitabımız Daniel Keyes yazdığı Koridor yayınları'ndan çıkan Algernon'a çiçekler... 325 sayfadan oluşan kitabı Handan Ünlü Haktanır çevirmiş.

          Kitap,  IQ seviyesi normalin altında olan Charlie Gordon'un hikayesini anlatmaktadır. Charlie çocukluğunda annesinin onu zeki bir çocuk olması için zorlaması, anne sevgisini bu dönemde alamaması nedeniyle gerçekten zeki olmak istemektedir. Böylece hem annesinin sevgisini kazanmış olacak hem de kız kardeşine ağabeylik yapabilecektir. Bu amaç doğrultusunda bir araştırmaya denek olur. Daha önce Algernon adında bir fareye denenen ameliyat, insan olarak ilk kez Charlie'ye denenecektir. Charlie ya çok zeki olacak ya daha geri gidecek ya da olduğu noktada kalacaktır. Çünkü araştırmanın sonucu belirsizdir.

         Bu araştırmanın gelişim sürecini ise  Charlie'nin günlüklerinden okuyoruz. Günlüklerinde ilk başlarda çocukça ve imla hatalarıyla dolu olan yazılar, Charlie'nin zeka seviyesi geliştikçe daha karmaşık cümle yapılarına dönmeye başlıyor.

          Bana göre, kitabın edebi değerinden çok içeriği önem taşıyor. Charlie zekası geliştikçe kibirleşen ve yalnızlaşan birine dönüşüyor ameliyattan önce ise tamamıyla çevredeki insanlara karşı çocuksu bir duruşu ve saflığı var bu ise insanların onunla dalga geçmesini kolaylaştırıyor.Günlük hayatında yaptığı işi oldukça seven Charlie zekası geliştikçe yaptığı işin aslında kimsenin yapmayı istemediği işler olduğunu farkediyor. Yani kendisinin ameliyattan önceki ve sonrasındaki halini ve kendine bakışını izliyoruz.  Kitapta Charlie'nin arkadaşları ve çevresi zeka olarak geri olduğu durumlarda onu aşağılarken, zeka olarak yükselme döneminde insanlar onunla arasına mesafe bırakıyor. Kitap bize kendimizden farklı olan insanlara karşı bakışımızı da izletiyor. Kendi durumumuzdan iyi olan insanlara karşı mesafeler bırakırken kendimizden daha kötü olduğuna inandığımız insanlara karşı daha aşağı görüyor ve davranışlarımızı ona göre şekilleniyoruz.
 Ve her şeyden önce kitabın içeriğinde, çevremizdeki insanları kusurlarıyla birlikte kabul etmemiz gerçeği yatıyor.



24 Ekim 2015 Cumartesi





                     ZÜLFÜ LİVANELİ

             KONSTANTİNİYYE OTELİ 


      Bu günkü blog konuğu kitabım Konstantiniyye Oteli; Doğan Kitap'tan çıkan bu kitap 480 sayfa, basım yılı ise Mayıs 2015 ayrıca Zülfü Livaneli'nin son kitabı olma özelliğini taşıyor.

       Kitap, roman olarak yazılmış fakat küçük hikayeler barındırıyor içinde. Zaman kısıtlaması yok. İsa'dan sonra 532 yılına da gidiyor, 2026 yılına da....
Tek bir olay yada kişi üzerine de kurgulanmamış.Birey sayısı fazla, onların hayatlarını kısa kısa hikayelerle öğreniyoruz. Şunu diyebiliriz ki, herkesin bir hikayesi var. Dünyada yaşayan her insan farklı dönemlerde, farklı koşullarda, farklı davranışlar sergiliyor. Kimi zamanda şehri ele geçiren ruh, farklı zamanlarda benzer olayların dönmesine yol açıyor.
     
      Romanın konusuna bakarsak, İstanbul'da Bizans kalıntılarının üzerine inşa edilmiş olan bir otelin açılışı yapılıyor.  Bu otelin açılışına kentin ileri gelen devlet adamları, işadamları, gazeteciler ve bazı entellektüel kişiler davetlidir. Organizasyonun sorumlusu ise Otelin Türkiye ortağının asistanı Zehra'dır. Roman Zehra'nın ve açılışa katılan bazı davetlilerin, iş,aşk, cemiyet ve aile hayatlarına değiniyor.

         Romanın daha önce hikayelerden oluştuğunu belirtmiştim. Bu hikayeler birbirinden kopuk yani romanda anlatılan hikayelerdeki kişilerin birbirleriyle bağlantı noktası aynı davete katılmış olmalarından ibaret. Yada o saat içinde başka bir mekanda başka bir yaşanılan hayata ait.

        Roman Nika isyanından, Bizans İmparatorlarına, Osmanlı İmparatorlarından, gezi parkı, kadın cinayetleri, ,mutsuz kadınlardan, egosu kuvvetli erkek ve kadınlara, birbirlerini aldatan eşlere kadar birçok olay ve kişilere değinmiş.

        Okunması kolay, anlaşılır, okuyucuyu yormayan bir yapıya sahip. Severek okuduğum postmodern bir kitap oldu benim için.


   

3 Ekim 2015 Cumartesi





                       KIŞ BAHÇESİ

                KRISTIN HANNAH


       Yine okuması geç kalan kitaplarımdan biriyle karşınızdayım. Kış bahçesi Pegasus Yayınlarından çıkmış. 512 sayfadan oluşan roman.

        Sadece roman diye de geçmemek gerek bence. Romanın içerisinde yakın tarihe ait durumlar ve gerçeklikler var. Bu da daha sonra yaşananları, yaşanan diyarı (Leningrad) araştırmaya neden oluyor. Benim için bu kitap, romandan çok öteydi.    

   İlk başta yaz günü eğlencesi olarak başlayan kitap yaz eğlencesi olmaktan çıktı sürükleyici bir duygusal polemiğe dönüştü. Kitabın anlattıkları gerçekliğe doğru yola çıkma nedenim oldu. Bu sayede Stalin dönemi, Leningrad kuşatması hakkında bilmediğim konular hakkında kaynak taraması yapıp epeyce bilgi edindim.
    
         Roman genel hatlarıyla üç kadını anlatıyor. Üç kadının korkuları, hayata bakışları ve bu bakışın nedenleri....Meredith ve Nina birbirlerine karakter olarak zıt iki kardeştir. Meredith,  ve Nina birbirlerine karakter olarak zıt iki kardeştir. Meredith,evlenip çocuklarına bakmış ve aile işinin başına geçmiştir. Nina ise bir foto muhabiridir. Babaları hastalandığı zaman bu iki kardeş, kendilerini yine bir arada, şimdi bile kızlarına en ufak avuntu vermeyen, aşırı mesafeli anneleri Anya'nın yanında bulacaktır. Anneleri ile aralarındaki tek bağ, onun, çocukluk yıllarında bazı geceler kızlara anlattığı bir Rus masalıdır. Ölüm döşeğindeki babalarının ise tek bir arzusu vardır.Anya'nın bu masalı anlatması... Anya kızlarına bir masal anlatacaktır; yıllar önce başladığı ama hiç bitirmediği o masalı. Hem de bu kez sonuna kadar. Bu masal daha önce duydukları başka hiç birşeye benzememektedir; altmış yıldan uzun bir zamanı kapsayan, savaş mağduru Leningrad'da başlayıp günümüz Alaska'sına kadar uzanan, sürükleyici, gizemli bir aşk hikayesi. Nina'nın, gerçeği açığa çıkarma konusundaki saplantısı, onları annelerinin geçmişlerinde, ailelerini tümüyle sarsacak ve tamamen değiştirecek bir sır öğrenecekleri, beklenmedik bir yolculuğa sürükler...

          İşte bu noktada Leningrad kuşatmasını öğreniyoruz ve tabi ki savaşı. Savaşın insanları hangi zor durumlara düşürdüğünü, savaşın başlangıcı ve sonrasında bireylerde bıraktığı tahribatı görüyoruz. Ana karakterimiz Anya, bize savaşı ve yaşadıklarını anlatıyor. Savaşla şekillenen korkularını, hikayeyi anlattıkça korkularıyla nasıl yüzleştiğini, aşılmaz sanılan duvarlarının nedenini anlıyoruz. 

        Leningrad Kuşatması'na ufacıkta olsa değinmek istiyorum. Bu kuşatma modern tarihin en uzun ve en yıkıcı olan kent kuşatmasından biridir. Ağır kayıplarla sonuçlanmıştır. Kuşatma Hitler Almanya'sı tarafından Eylül 1941'de başlamış ve 2 Ocak 1944'de kaldırılmıştır. Kentte su ve gıda arzında sürekliliğinin sağlanamaması büyük bir kıtlığa neden olmuş. Kuşatma süresince 1,5 milyondan fazla insan hayatını kaybetmiştir. 1941 Kasım ve 1942'i Şubat'ı  arasında siviller kişi başı 125 gr. ekmekle karınlarını doyurmuşlar. Bu ekmeğin ise %50-60'ını talaş ve yenmeyecek başka katkılardan oluşmuş. Halka yiyecekler karne ile dağıtımı yapılmıştır. Kentte yaşayanlar hem -30 dereceye varan soğuklarla hem de açlık ve savaşla mücadele etmişler. Açlıkla savaşan halk elinde ne varsa yemek için kullanmaya çalışmış...

         Genel olarak baktığımda, bu kitabı sevdim. Okuması da ayrı zevkti benim için. Sadece son sayfaları hikayeyi alelacele sonuca bağlama olarak yorumlattı bana. Bunun dışında her yönüyle güzel bir kitap. Okunmasını tavsiye ederim.


 


19 Eylül 2015 Cumartesi



                                           BUKRE
                   
                         KAHRAMAN TAZEOĞLU


        Yazmayalı baya uzun olmuş. Biriken kitaplarımdan biri Bukre.
   
       Küçük bir hikaye ve denemelerden oluşuyor kitabımız. İlk hikayemizin karakterinin adı Bukre kitaba da adını vermiş durumda. Diğer ayrıntılara geçersek 304 sayfadan oluşuyor.

     Bukre benim için okunması çok zaman alan bir kitap oldu. Aşk kitabı olmasından mıdır nedir bir türlü sevemedim kendisini. Halbuki elimden hiç bırakmayacağımı düşünerek okumaya başladım ama sonuç kocaman bir hüsran oldu. Tam bir ayımı aldı...

       Kitap çok basit bir dille yazılmış. Araya felsefi düşünceler katılmaya çalışılmış ama kitabı kurtarmaya yetmemiş. Yetmemiş çünkü cümleler oldukça sıradan Örneğin;
Selim Bukre'ye yavru kuşum derdi. Selim Bukre'ye şunu dedi. O dedi bu dedi. Onu severdi. Selim'in platonik aşkı vardı.  Selim kitap ayracı olarak hep Merve'nin resmini kullanırdı. "Ağabeyi arkasından bakıyordu kardeşinin. O hep kardeşinin arkasından bakardı." falan filan.
        Şöyle bir cümle benim çok dikkatimi çekti: Mekanın alkolsüz olması Selim ve Bukre'nin çok hoşuna gitmişti. Asla içki içmezlerdi,. Tam bir yeşilaycıydılar. Biraz okuyucuyu alkole karşı etkileme yada bilinçlendirme (!) var gibi. Kurgunun karakteriyle okuyucu kendini özdeşleştirse, okuyucu kesinlikle alkolü ve alkollü mekanı sevmeyecek.
Tamam aşk kitabı ama seviye de ilkokulda kalmış gibi o cümleler beni benden aldı. Bir ara çocuk kitabı okuduğumu düşünmeye başladım. Başka da yazacak bir şey bulamadım. Facia ötesi bir kitap.
   
        Üzgünüm belki yazmak benim haddime değil ama tam bir zaman kaybı.

29 Haziran 2015 Pazartesi



                      KOCAN KADAR KONUŞ
                               
                                DİRİLİŞ

                     ŞEBNEM BURCUOĞLU


       " Dişi olan karadul örümceği, erkeğiyle çiftleştikten sonra onu bir güzel yermiş. Yediği erkek sayısı günde yirmiyi bulabilirmiş, Denilen odur ki erkek sadece yavruları olsun diye kendini kurban edermiş. Bir günde yirmi erkek! Ben bir tanesini bulmaya çalışırken maymun oldum, Allah'ın örümceği günde yirmi erkeği bulduğu gibi bir de mideye indiriyor!"

        İlk kitapta ailesinin, çevresinin  kısaca toplumun baskısıyla belli bir yaşa geldiği için artık evlenmesi gerektiği, zihnine kazınan Efsun'u okumuştuk. Efsun lise aşkıyla karşılaşmış ve onu evliliğe razı hale getirmeye çalışmıştı.

         İkinci kitap ise Efsun'un isteme ve evlilik sürecinde karşılaştığı olayları komik bir dille anlatıyor. Yani iş koca bulmakla bitmiyor daha zorlu  süreç ailelerin bir araya gelmesiyle başlıyor. Babaanne, anneanne, annelerin evlenmeleri için bazen de evlenmemeleri için  uğraşmalarını okuyorsunuz.

        İkinci kitap birinciye göre nispeten daha sıkıcı.Belki ayrıntılı şekilde romandaki karakterler konuşarak ilerlemiş olsaydı bu şekilde hissetmezdim. Konuşma tarzında yazılmış olması, iç diyoloğa önem vermiş olması ve Efsun'un kendi içindeki esprileri okunmaya değer. Güzel bir gülümseme bırakıyor. Keşke devam etse ve bitmese diyorsunuz.

      Benim için çok güzel bir hafta sonu kitabıydı. Çevreden soyutlanmak ve kafanızı dağıtmak istiyorsanız okunması gereken bir kitap. Tavsiye ederim.